Bir evlat, baba olma yolunda neler hisseder? Aldığı bayrağı devredeceği çocuk nasıl büyür? Üç neslin bir arada olması nasıl bir haz verir insana?
Can Dündar, bu kitabını babasına ithaf ederek yazmış, oğluna bir dünya bırakmanın kaygısıyla. Ama bu dünyada çocuğa bırakılan ev değil bahsi açılan, tam anlamıyla bir "dünya". Bunun kaygısıyla çocuklar ve çocuklukla ilgili çok ilginç şeyler araştırmış Can Dündar. Masallar, oyuncaklar, reklamlar, okullarda okunan antlar, özenle yapılan ya da hiç yapılmayan ödevler, kurslar, anneler, babalar ve onların babaları...
Kendini dünyadaki şanslılardan sayıyor yazar. Öyle ya babasıyla oğlunu bir arada gören, birine çok büyük saygısı, diğerine aynı oranda telaşı olan bir insan nasıl mutlu olmaz bundan.
"Babamın oğluydum önce...
Oğlumun babası oldum sonra...
Ben de "Bab-ba"ydım artık...O cılız adımlar bana koştu; topu almak bana düştü. Yarın, okuldan örselenip geldiğinde pazularımı göstereceğim güvensin diye..."
Bu tadı bir kez yaşayan bir babayı yeni sorular bekler artık. Bizim büyüdüğümüz dünyayla şimdiki çocukların dünyası aynı değil. Öncenin sokakta koşan, oynayan çocukları, şimdi zamanın peşinden koşarken kendi çocuğunun nereye gittiğini göremiyor. Can Dündar'ın tespitleri çok haklı. Aynı zamanda çok trajik. Biz büyüklerin kariyeri çocukların ruhunu olumsuz etkiliyor çünkü hırslıyız, zaman kaybına tahammülümüz yok. Biz büyüklerin savaşları, doğduğu yeri seçme şansı olmayan çocukların geleceğini bombalıyor. Biz büyüklerin istekleri, onları geleceğin isteksiz bireyleri olmaları için hazırlıyor.
""Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz" marşıyla yetişenlerin çocukları, vatanın durumu "bozulduğu" için, mezun olur olmaz bir burs bulup ülke "değiştirme" telaşında..."
Etrafımızda olan her şey dengesini yitirmiş. Her şey daha iyi olmanın heveslisi. Küçük yaşta başlamak lazım daha iyi olmaya, kurslarla, derslerle, kıyafetlerle, ezberle... ama oyunla değil, ama eskiden olduğu gibi değil.
"Modern dünyanın boş zamanlarına kadar köleleştirdiği insanoğlunun son kalesi çocukluk...
Hiyerarşi gözetmeksizin herkese ağzına geleni söyleyebildiği, özgürce oyunlar oynayabildiği, düş gücünü doyasıya kullanabildiği yegâne yaşam dilimi...
Elimizde kalan son bir kaç yılı da bizden almaya çalışıyorlar.
Zaten nicedir büyüklerin kıyafeti içinde birer minyatür gibi çocuklar...
...
"Oyun" denilen koca yaratıcılık bahçesi, budana budana kreşlerin dört duvarı arasında büyüklerin kurguladığı birkaç saatlik seanslara sıkışmış durumda..."
Hırslarımıza kapılıyoruz, kendi yapamadıklarımızı çocuklarımızdan istiyor, onların dünyasında yarattığımız etkiyi düşünmüyoruz. Sevgiyle başlayan hatta yer yer gözlerinizin dolmasına sebep olan kitapta acı gerçeklerle yüzleşme vaktinin geldiğini söylüyor Can Dündar. İntihar eden çocuklardan dem vuruyor, ve suçluyu anlatıyor şu satırlarıyla:
"...Musalla taşındaki bu minicik ceset ve onun başucunda haykırılan bu çaresiz dilek karşısında eğelim başımızı...
Onlara sevgiyi öbür dünyada arattığımız için utanalım.
Ve çocukları değil, ana babalarını tedavi altına alalı.
Çünkü tembellik değil, ana babalarının başarı hırsı öldürüyor çocuklarımızı...
Sokuldukları kahrolası bir at yarışının dizginleri körpe boyunlarını kırıyor."
Dahası var bu suçlamaların, hepsi de haklı. Ancak geri kalanını merak edenler alıp kitabı okumalı. Sadece aile içindeki eğitim sistemimiz bile başlı başına sorgulanmalı. Can Dündar kimi acı kimi tatlı örneklerle aktarmış çarpıklıkları Kırmızı Bisiklet'te, tabi baba olmanın da bilinciyle. Büyüklere bir saygı duruşu, küçüklere gösteremediğimiz şefkat var bu kitapta, iyi okunmalı.
Yukarıdaki son alıntı aklıma Her Çocuk Özeldir filimi getirdi. O da hemen hemen aynı etkiyi ve eleştirel bakışı yaratıyor insanda. Hint yapımı filmi izleyince, bu amansız hırsın tüm dünyayı etkisi altına aldığını da görüyorsunuz. Konuya ilginiz varsa onu da izlemenizi tavsiye ederim.
Yazının orijinali için: http://okunacakcokseyvar.blogspot.com.tr/2013/11/kirmizi-bisiklet.html