9 Temmuz 2014 Çarşamba

Satranc



    Stefan Zweig'ın son uzun öyküsü olan Satranç, yazıldığı dönemin etkisini altmış dört kareden yansıyanlarla anlatıyor. Bir gemi yolculuğunda, sadece meraklı gözlerin şahitliğinde, iki satranç ustasının oyununu hikaye eden yazar, bu kısacık oyundan çok bu iki ustanın durumunu analiz ediyor.
     Biri sadece ve sadece satrançtan anlayan, konuşmaktan dahi aciz, hep daha çok kazanmak için oynayan, yenilgiyi görmemek için çekilmeyi kabullenen Mirko Czentovic, diğeri kendisine sunulan hiçliği zihninde oynadığı oyunlarla dolduran Dr. B. Oyunculardan ikisi de satrançta usta, ancak bu başarı bambaşka yollarla gelmiştir ikisine de. Hikayeye önce Mirko'nun yükselişini izleyerek başlarken, sonra Dr. B. nin yaşamını tanıma fırsatı buluyor okuyucu. Hikayenin ise ikisinden de farklı bir gözden anlatılması sizi hem objektif hem daha meraklı kılıyor okurken.
     Okumayı sökemeyen, hantal bir çocuk olan Mirko, satranca olan anormal yeteneğiyle birden ün kazanmış ve dünya şampiyonu olmuştur. Bu adamın dünyası satrançtan ibarettir ve öyle kalmaması için Mirko'nun hayatı boyunca hiç bir girişimi olmamıştır.

    "Böyle olağanüstü dahice bir oyunun ister istemez göreceli ustalar yaratacağı gerçeğini uzun zaman önce anlamıştım; ama dünyayı yalnızca siyah ile beyaz arasındaki dar yola indirgeyen, otuz iki taşı bir oraya bir buraya, bir ileri bir geri oynatarak hayatının zaferini kazanmaya çalışan  kıvrak zekalı bir insanın yaşamını kafada canlandırmak ne kadar güç, ne kadar olanaksızdı..."

    Mirko'nun o tepeden bakan tavırları, çıkarı olmadığında bir adım dahi atmaması, dönemin otoritesini çağrıştırırken Dr. B.'nin hayatı bu otorite yüzünden bunca değişime uğramıştır. Devlet içindeki gizli yazışmalardan haberdar olan Dr. B.bir gün nasyonel sosyalist güçler tarafından fark edilmiş ve sıcak bir otel odasında misafir edilmiştir. Bu misafirlik epeyce uzun sürer ve tamamen bir hiçlikten oluşursa bir insanın delirmesi işten değildir. Neyse ki Dr. B. bir askerin cebinden bir kitap aşırma şansına erişmiştir fakat bu kitap bir satranç yıllığı ise hırsızının hayallerini suya düşürür. Çalan kişi bu kitabın içindeki oyunları kendi oynayarak hiçlikten kurtulduğunda kendini bambaşka bir dünyada bulur. Bir kişinin içinde iki kişi olmuştur. Siyahla beyaz amansız bir mücadeleye tutuşmuştur.
     Bu iki dahinin yollarını kesiştiren gemi, tarihe geçmeyecek ancak hafızalardan silinmeyecek bit oyuna sahne olduğunda, okuyucu kitabın yazıldığı dönemdeki o gerilimin içinde bulur kendisini.

     "...yani satrançta kendine karşı oynamak, kendi gölgenin üstünden atlamak gibi bir çelişkidir."

     "Ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler, düşünceler de bir dayanak noktasına  gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçliğe katlanamaz."

     "...Bana gelince; bence iş ne kadar açık olursa, o kadar iyidir. Bir Bay Czentovic'in bana iyilik yapmasına izin vermektense ve sonra bir de ona teşekkür etmek durumunda kalmaktansa, para öderim daha iyi."

   
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder